23 Şubat 2011 Çarşamba

.göz kararı el yordamı.

Son zamanlardaki yemek kitaplarının satış patlamasının nedeni de televizyon. Televizyona çıkan tüm aşçılar yazar oldu. Hatta ahçıların yanında duran sunucular bile… Adam yemekleri yaparken onlar çaktırmadan not alıyorlar. Sonra bunları toplayıp, “benim mutfağımdan” diye bir isim atıp, kitap yazıyorlar. Kitap da kapış kapış gidiyor. Çünkü kapakta obez bir aşçı yerine manken sunucumuzun resmi oluyor. Ve kadınlarımız da – eskilerden gelen “resimlerine bakma, yazıları atlama” alışkanlığı ile - “şimdi bu adamın yemeklerini yapıp yersek bunun gibi şişeriz, en iyisi şu mankenin kitabındakileri yapalım da öyle incecik olalım” diyorlar. Sonra gelsin “manken böreği, top model mantısı, podyum suflesi”… Pratik yemek tarifleri ve yepyeni tatlar öğrenmek için yayınlanan programları izlerken kaç kişi pişirmekte olduğu yemeği yakmış, bir sürü malzemeyi de heba etmiştir acaba?

Yine de yemek programlarının kadınlarımız için faydalı olduğunu düşünüyorum. En azından diğer kadın programı adıyla yapılan acayipliklerin yanında gayet anlamlı. Mesela sabah programları… Neden böyle bir program türü vardır acaba? İnsanların hangi ihtiyacını karşılar? Her sabah 7’de kalkıp, otobüslere doluşup, soğuk bir stüdyoda, sandalye tepesinde tüneyen ve sunucunun bile tanımadığı yeni yetme şarkıcı müsvettelerinin şarkılarını ezberlemek ve canla başla göbek atarak eğleniyormuş gibi yapmak hatta gerçekten eğlenmek nasıl bir şeydir ya? Sabahın köründe cümbür cemaat “bas bas paraları Leyla’ya, bi’daha mı gelicez dünyaya” eşliğinde göbek atan bir toplumun bu coşkusu ve mutluluğu nereden gelmektedir? Bu kadınların kocaları, çocukları nerededir? Onlara ödenen üç kuruş paraya bu kadar eziyet çekilir mi? Peki bize hiç ödenmeyen para karşılığında aynı eziyet çekilir mi?

Bütün bunlarla tezat oluşturan bir başka konu ise yine aynı programların telefonla dilenci kabul etmesidir. Bir yandan bu kadar sevinçli ve şen şakrak bir tablo çizilirken, programın izleyicileri ise mutlaka ailece büyük sıkıntı içinde olan, o yüzden de elektrikli battaniye, fritöz ve cilt bakım ürünlerine ihtiyaç duyan kişiler olmaktadır. Ve bunlar telefon düşer düşmez dilenmeye başlar, sunucu da hemen acır ve elinde ne var ne yoksa verir. Arayanın çocuğu olmuyorsa çocuk bile veriyorlar artık…

Televizyondaki bir çok program daha önce başka yerlerde olan, mesela radyoda, tiyatroda, sinemada, gazinoda hatta sirkte olan şeylerin evrimleşmişi. Yarışmalar, filmler, diziler, showlar… ama bizdeki sabah programlarının temelinde bambaşka bir şey yatıyor: Horoz dövüşü… açıklayayım, siz de bana hak vereceksiniz. Bu programların sabit seyircileri olduğu gibi sabit konukları da oluyor. Genelde aynı kanalın düzenlediği başka bir uzun soluklu programın, yarışmanın ünlü ettiği halktan insanlar. Yani kendi kümeslerinde yaşarken seçilip dövüş horozu yapılanlar gibi… Onların durumu seyircilerden de beter. Çünkü onlar ilk başta kabul ettikleri sözleşme maddelerine uymak zorundalar ve her çağırıldıkları programa çıkmak zorundalar. Para filan da alamıyorlar. Programın başından sonuna orada oturuyorlar. Soru sorulduğunda konuşup, birbirleri ile ya da seyircilerle ağız dalaşına giriyorlar, şarkılara el çırpıyorlar. Kendilerinin bile gerçek zannettikleri bir gösterinin parçası oluyorlar. Hepsinde “burada ne işim var, bitse de gitsem” yüz ifadesi var. İlk başlarda çok ateşli olan bu tür konuklar, şarkılarda ayağa kalkıp oynuyorlar bile. Ama gün geçtikçe gerçeklerin farkına varıyorlar. Seyircinin ilgisi devam ettiği sürece orada demirbaş gibi kalıyorlar. Benim tahminim stüdyoda oturdukları kanepelerin hepsi birer çekyat. Bunlar da geceleri orada yatıyor. Sabah da kalkıp yayına dalıyorlar. Eminim sözleşmelerinde böyle bir madde de vardır. Bunlar da ilk okuduklarında “vay be, televizyonda kalacağım ha, sonunda televizyon dünyasına adım atıyorum” diyerek atlamışlardır. Bu sayede kanal da kâra geçiyor. Hem bedava bekçi sayesinde gece stüdyonun güvenliğini sağlamış oluyor hem de her gün onları taşımaktan kurtuluyor. Bu düzen de böyle haftalarca sürüyor. Sonunda artık işe yaramadığı düşünülenler ise yerlerini yenilerine bırakıp eski kümeslerine geri dönüyor… Haksız mıyım yani? Horoz dövüşüne benzemiyor mu? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder